4 Temmuz 2014 Cuma

Umay Umay & Cem Adrian - Cam Havli // Blue Jean yazısı

Son albümünü 2002'de çıkarıp, uzun soluklu bir sessizliğe bürünen şair ve müzisyen Umay Umay, depresif şarkılarına aşina olduğumuz Cem Adrian’la birlikte kaydettiği, “Cam Havli” ile sessizliğini iddialı bir şekilde bozuyor. İkili, albümde ‘Intro’ ve "Outro" dahil olmak üzere bize 7 şarkı sunuyor. 

Eğer mutlu ve hareketli şarkılar bekliyorsanız, boşuna beklemeyin derim. Çünkü 7 şarkının tamamı da bir hayli mutsuz. Bunda Adrian’ın rolü bir hayli büyük elbette. Sebebi, bütün şarkıların söz, müzik ve aranjelerinin kendisine ait olması. 

Ayrıca kendisinin sesi, müzik için kullanılan enstrümanlarla beraber bir hayli ön planda. En belirgin örneklerini “Intro”, “Outro” ve "YaNNızlık"ta görebilirsiniz. İlk klip olma fırsatını yakalayan şarkı ise "Anlat Onlara". 

Bize tadımlık şarkılar bırakan iki müzisyenin, Cem Adrian'ın deyimiyle, "birbirine sarılmış iki ses"in yer aldığı bu albüm dinlenmeyi hak ediyor.

23 Nisan 2014 Çarşamba

Giddar // Erbuğ Kaya

"Esilda-i kaldanese solgamis urda belie"



Yayınevi: Kalkedon Yayınları
Kapak: Yulay Devlet
Yayına Hazırlayan: Hakan Tanıttıran
Türü: Fantastik
Sayfa Sayısı: 565
Çıkış Tarihi: Kasım, 2009
Fiyatı: 29 TL


Bu yazıyı aslında kitabı okur okumaz yazacaktım, gecikti, gecikti, gecikti... Şimdi yazıyorum.

Önce
likle FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) sayesinde tanıdığım, 2 kere görüşme fırsatı yakaladığım Erbuğ Kaya'nın Giddar'ını daha yeni okuyabildim. Daha önce başlamış ama birkaç şey yüzünden ilk 70 sayfada bırakmak zorunda kalmıştım kitabı. Sonunda tekrar elime alabildim ve okudum. 


Buradan kitabı bana hediye eden M. İhsan Tatari'ye de çok teşekkürler demeli. Hediye edilmese kim bilir ne zaman alıp okuyabilme fırsatı bulacaktım. Giddar'ın devamında bir de Beşlerin Çağı var. Erbuğ Kaya'nın kendine has dili kendini özletmeye başladığında o da alıp okunacak. Kendisinin henüz iki kitabı var, bu sebeple hemen tüketmek istemiyorum. Yeni kitabı da merakla bekliyoruz tabii ki.

Erbuğ Kaya'nın eşsiz hayal gücü sayesinde geniş bir kurguya sahip Giddar. Bir ilk kitap olarak Giddar'ı okuduğunuzda şaşırıyorsunuz. Şahsen ben yeterince şaşırdım. İlk kitap için kurgu da çok güzel oturtulmuş, dil de leziz. Daha en baştan Erbuğ Kaya'nın iyi bir yazar olduğu kanısına varıyorsunuz.

"Ruhlar, Azad’ın karanlığına hapsedilmiş. Zamelgothlar Kutsal Yazıları geri almak için kuzeye gidiyorlar. Büyücü Kralın değiştirdikleri Dhrazma’nın uykusundan uyanmasını bekliyorlar. Güneyli bir savaşçı, sırlarıyla taş ocaklarına gönderilmiş. Arkonyalılar, sırrını kendilerinin bile bilmediği bir sessizlik yemini etmişler. Meglionlar gerçekleri öğrenmek için bedel ödüyorlar. Suskunlar sonsuza kadar Tanrılarla anlaşmışlar. Korsan iki kardeş Tanrıların olmadığı bir ada hayali kuruyor. İlde Pechnax, Giddar’daki gizlere ulaşmaya çalışıyor. Karanlık İmparatoriçe, Giddar’ı sarsıyor. Bir Sheilan kadını tüm inançlarını hiçe sayarak yaşadığı toprakları terk ediyor. Dvorlak rahibeleri, ormanlarında Tanrıçaları için durmadan çalışıyorlar.

Üç bin yıllık bir efsane, Giddar’da yeniden yeşermeye başlıyor, gerçeklik kuruluyor… Ve Siox Dia Mont tüm bunlardan habersiz, Özgürlük Duvarı’nın üstünde güneye bakıyor."


Arka kapak yazısını okudunuz şu an. Eminim etkilendiniz, beni de çok etkilemişti daha kitaba başlamadan.

Şimdi gelelim kitaba. Alıştıklarımıza göre büyük boyutları olan, sade bir kapağa sahip bir kitap Giddar. Alıştığımızdan büyük olması en başta gözünüzü korkutabilir, ama sonradan benim gibi böyle olmasına sevineceksiniz. Çünkü bitmesini istemeyeceğiniz bir kitap olacak. Şahsen bunu yaşadım. Karakterlere de öyle bir içiniz ısınıyor ki, "daha da olsa okurum" diyeceksiniz.

Alıştığımız büyük boyutlar, enfes bir kurgu dedik. Hemen şu bilgiyi de buraya sıkıştıralım: Erbuğ Kaya kitabı 1997 yılında kurgulamaya, 2002 yılında yazmaya başlamış ve 2008 yılında ise yazmayı tamamlamış. Kısacası Giddar ile yaşıtım.




Şimdi gelelim dışından sonra içine. Ön iç kapakta bir siyasi harita, arka iç kapakta da bir fiziki harita var. Kitabı okurken arada bir duraksayıp bakıyorsunuz bahsedilen yerin neresi olduğuna. Bir yere kadar işe yarıyor fakat çok güzel bir durum. Daha sonrasında Erbuğ Kaya haritayı yenileyerek sitesinde paylaşıyor. Daha renkli, daha kapsamlı, daha güzel... O haritaya sol taraftan ulaşabilirsiniz efendim.


Kitabın içeriğinden önce söylenmesi gereken birkaç şey daha var. Keşke iki kitap da aynı yayınevinden olsaydı. Tamam, bunu geçtim, ama bu ilk kitabın bir redaksiyona ihtiyacı var. Sanki hiç düzeltilmemiş, olduğu gibi basılmış gibi. Bilmeyenler için: İkinci kitap Beşlerin Çağı, İthaki etiketiyle raflarda.

Konuya gelirsek eğer... Baş karakterimiz Siox Dia Mont. Siox okulu birincilikle bitirir. Bir meslek seçecektir artık, ve herkesin aksine asker olmayı seçer. En yakın arkadaşı Regeda ile Kuzey ve Güney arasında örülmüş olan duvarda, Özgürlük Duvarı'nda nöbet tutmaya başlarlar. Dia'nın kardeşi Luca bir gün duvarı geçmeye çalışır ve asıl olaylar buradan sonra başlar...

Dia kardeşini bulmak ve neden geçtiğini öğrenmek için Özgürlük Duvarı'nı geçmek isteyecektir. Bunu Regeda'ya anlatacak, Regeda onu vazgeçiremediği için üst mercilere şikayet edecektir.

Kurgu belli bir kısma kadar dağınık ilerliyor. Daha sonra okuduklarımız tek bir noktada birleşiyor.

Bu şikayetten ötürü Siox, Kuzeydeki taş ocaklarına gönderilecek. Bir kişi dışında herkes onu dışlayacak. Güneyli Rondeva...
Siox'un abisi Shalorn ve adını şimdi söylemeyeceğim, kitapta okuyacağınız birkaç kişi sayesinde Siox buradan kaçacak. Buradan sonra da uzun soluklu bir yolculuk sizleri bekliyor olacak...

Kitap hakkında tek bir eleştirim olacak. Konuşmalar çok güzel ilerliyor her zaman. Fakat bazen bir şey söylenecek diye beklediniz anda konuşma "evet, tamam" gibi kelimelerle bitiyor. Bu da o diyaloğu biraz sekteye uğratıyor.

Kitap hakkında söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Bu kitabı edininiz, okuyunuz.

Bir de eklenecek birkaç not var, hemen onları da yazalım:

Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nde yayınlanan iki tane Giddar öyküsü bulunmakta... Biri "Tanrıça'nın Yeni Yaratığı", diğeri ise "İrna".

İkinci notumuz ise Sanat 2012 videosu... Erbuğ Kaya kitaplarını anlatıyor. Buraya tıklayabilirsiniz.

Son not: Erbuğ Kaya'nın yarın Kadıköy'de söyleşisi var. Kendisi ile tanışma, tanıştıysanız bir kez daha görebilme şansınız var. Ayrıntılar için tıklayabilirsiniz.

İyi okumalar!

Edit: Bu fotoğraf da yukarıda bahsettiğim söyleşiden:

8 Nisan 2014 Salı

Doğu Yücel İle Röportaj (Kayıp Rıhtım 6. Yıl Şenlikleri)

Kayıp Rıhtım 6. Yıl Şenlikleri kapsamında Şubat ayında Doğu Yücel ile röportaj yapmıştık. Röportaj için buraya da tıklayabilirsiniz.




Müzik yazarı ve öykücü kimliğiniz hakkında bilgi verir misiniz öncelikle? Tam olarak kimdir Doğu Yücel?
Müzik yazmaya 1998’te Non Serviam dergisinde başladım. 2000’de bir süre Radikal’in haftasonu eklerinde çalıştıktan sonra 2001’de Blue Jean kadrosuna katıldım. Son 7 yıldır Blue Jean’in heavy metal eki olarak çıkan ama bu ay bağımsızlığını ilan ederek yayın hayatına tek başına devam eden Headbang’de de yazıyorum.
Öykücülüğüm ise daha eskiye dayanıyor. Yazmayı öğrendiğimden beri öykü yazıyorum. Bir öykü kitabım (Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları) ve iki romanım (Hayalet Kitap,Varolmayanlar) var. İki de uzun metraj senaryom mevcut. (Okul ve Küçük Kıyamet)

Yazar, eleştirmen, çevirmen bir annenin ve tiyatrocu bir babanın oğlusunuz. Aileniz sanat ile yakından ilgili. Onların sanatla bu kadar içli dışlı olması sizin yazar olmanızda etkili oldu mu?
Olmuştur mutlaka. Daktilo sesine alışkın bir çocukluğum geçti. Annemin daktilosunu kullanmadığı zamanları kollayıp, daktilonun başına geçmek için heveslendiğimi hatırlarım.

Sizi yazar olmaya iten ne oldu? Bir gün uyandınız ve “Ben yazar olmak istiyorum!” mu dediniz, yoksa bu süreç ağır ağır mı işledi? Yazarlığa doğru giden serüveninizden bahseder misiniz biraz?
Bir gün uyanıp, yazar olacağım diyemezsiniz. Sadece yazarlık için değil, sanatla ilgili herhangi bir dalda sürecin böyle işleyeceğini sanmıyorum. Sinemayı çok seviyordum. VHS kaset furyası vardı o zaman, her gün videocuya gidip film kiralardık. “E.T.”ler, “Bitmeyecek Öykü”ler, “Star Wars”lar… Sonra televizyonda izlediğim “Amazing Stories”, “Twilight Zone”, “Starman” gibi diziler beni çok etkiledi. Küçükken şöyle olmaz mı: Mesela futbol maçlarını izlemeyi seversiniz, oynamaya başlarsınız, sevdiğiniz futbolcuları taklit etmeye çalışırsınız. Aynı şekilde filmler ve filmlerdeki öyküler, o hayal gücü beni çok etkiledi. Ben de o sevdiğim öyküler gibi öyküler yazmak için uğraş verdim. İlkokulda yazdığım öyküler çok çocukçaydı tabii. Ama onları ciddiye alıp geliştirmeye çalıştım. Daha sonra sevdiğim yazarları, Stephen King’i, Asimov’u, Lovecraft’i taklit etmeye çalıştım, lisedeyken Dante, Shakespeare, Calvino gibi isimler eklendi listeye. Hani gitar alıp, atıyorum önce ‘Symphony of Destruction’ falan çalarsınız ya, ben de öyle başladım işte. Elime kalem alıp sevdiğim öyküler ayarında öyküler kurgulamaya çalıştım.

Hazır konuya buradan girmişken devam edelim. Peki siz hangi yönünüzü daha çok seviyorsunuz ve hangisinin ön planda olmasını istiyorsunuz? Müzik yazarı Doğu Yücel mi, yoksa öykücü Doğu Yücel mi?
Yazım süreci olarak bence ikisi birbirinden çok farklı değil. Her müzik yazımda yeni bir öykü kuruyormuşum gibi geliyor bana. Sadece öyküyü sıfırdan yazmıyorum, elime bir takım malzemeler verilmiş oluyor. Ülkemizde müzik yazarlığı hak ettiği değeri maalesef görmüyor, aynı tuzağa düşüp öykü yazarlığım daha önemli diyerek onu küçümseyemem, bana bunu yaptıramazsınız:) Ama her öykücü önce öyküleriyle anılmak ister sanırım.

Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları ile edebiyat dünyasına giriş yapıp Hayalet Kitap’la birkaç basamak daha yükselip, Varolmayanlar ile yerinizi iyice sağlamlaştırdınız. Peki bundan sonra ne olacak? Ne gibi projeler var aklınızda? Gelecek planlarınızdan biraz bahseder misiniz?
Bu sene içinde ilk öykü kitabım “Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları”nın devamı niteliğinde bir öykü kitabı yayımlamak istiyorum. Bilimkurgu, fantastik, büyülü gerçekçilik, masal edebiyatı ve korku gibi dallara eşit yer ayıracağım bir kitap olacak. Şu an tüm boş vaktimi ona ayırmış durumdayım. Ondan sonra yazacağım romanın öyküsü de kafamda. Onun için de çok heyecanlıyım ama önce öykü kitabı…

Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’nın tekrar basılma olasılığı? Siz de takdir edersiniz ki öykü kitabınızı bulmak bayağı zor şu zamanda, her iki yayınevinden (Çitlembik, Stüdyo İmge) çıkan baskısı da tükenmiş durumda.
Evet, buna ben de çok üzülüyorum. Arada bir nadirkitap.com’da görüyorum ama orada da pahalıya satıyorlar. Yeni öykü kitabımla birlikte onu da yayımlamak gibi bir plan var.


Hayalet Kitap yıllar sonra gözden geçirilmiş yeni baskısıyla tekrar okurlara merhaba dedi fakat kitabın önsözünü sadece kendi internet sitenizden yayınladınız, yani kitapta yer almıyor önsöz. Bunun sebebi nedir?
Romanda önsöze karşıyım. Bir filmden önce yönetmenin beyazperdede belirip, “bu filmi şöyle çektik, şunu anlattık, falan filan” dediğini hiç gördünüz mü? Hayır tabii ki. Ben bir okur olarak bir romanı elime alınca, bir an evvel o romanın içindeki dünyaya kaçmak isterim. Şu da var: Hayalet Kitap’ın 10. yılına özel yazdığım ve sadece internet sitesine koyduğum yazı, benim sıkı okurlarımı ilgilendiren bilgiler içeriyordu. Beni ilk defa okuyacak olanlar için anlamsız gelebilirdi.


Varolmayanlar adlı kitabınızda başkarakterin bir ismi yok. Bu çok ilginç bir durum aslında. Neden böyle bir karar verdiğinizi öğrenmek isteriz?
İlk sebebi komik: O karaktere yakışan iyi bir isim bulamadım. İkinci sebebim ise şu: Eski günlüklerime baktım, günlükte başımdan geçenleri anlatırken kendi adımı yazmadığımı fark ettim. Bazıları kendinden söz etmeyi çok sever ama bana Hulk gibi tınlıyor öyle bir anlatım. “Hulk bunu sevmedi.” der ya Hulk… Ancak diyaloglarda isim geçebilirdi ama enteresandır hiçbir diyalogda karaktere isimle seslenmek gibi bir ihtiyaç da duymadım. “Dövüş Kulübü”nde olduğu gibi isimsiz kaldı karakter.

Varolmayanlar’da geçen bir sihirli kalem söz konusu. Kahramanınızın yazdığı şeylerin gerçek hayatta da gerçekleşmesi fikri gerçekten çok orijinal. Bu fikir nereden geldi aklınıza? Ve eğer siz de büyülü bir yeteneğe sahip olmak isteseydiniz bu ne olurdu?
“Hayalet Kitap”ta yazdığım yan öykülerden birinin gerçek hayatta gerçekleştiğini duymuştum. O romanımda Vergi Hukuku öğretmenine vergi cezasına çarptırılıyordu. Orada bahsettiğim öğretmen gerçekten böyle bir ceza yemiş. Bir de, bir başka öykümde Mars’ta bir ova bulunuyor, adını Sagan koyuyorlar. Bu öyküyü yazdıktan bir süre sonra gerçekten de Mars’ta bir ovanın adını Carl Sagan koydular. O haberi okuduğumda çok şaşırmıştım. Tabii ki, bu tamamen rastlantısal bir olay ama yine de “Ya yazdıklarımız gerçekten var oluyorsa?” diye sormaya başladım kendime. Varolmayanlar’ın fikri böyle doğdu…
Benim böyle bir güce sahip olan kalemim olsa, ilk iş Jules Verne, Lovecraft, Boris Vian, Guy de Maupassant, Tolkien gibi sevdiğim usta yazarları diriltirdim, kalemi onlara verirdim. Onlar ne yapılması gerektiğini benden iyi bilir:)

Kısa bir süre önce Varolmayanlar’la ilgili aynı anda okurlarınızı hem heyecanlandıran hem de üzen bir tweet attınız. Dizi projesine dönüşmesinden bahsediyoruz tabii ki. Nedir tam olarak projenin iptal olma sebebi? Bir açık kapı olduğunu söyleyebilir miyiz, yoksa tamamen rafa mı kalktı?
Televizyon sektörü çok karışık. İzlediğiniz diziler kadar bir de izleyemediğiniz diziler var. Çekildiği halde kenara atılan projeler var. İki sene önce “Atlılar” diye fantastik bir dizi çekildiği halde yapımcının kararıyla daha yayınlanmadan iptal edildi mesela. “Varolmayanlar”ın diziye dönüşmesi için çalışmalar devam ediyor. Eğer bu gerçekleşmezse ilk iki bölümü internetten paylaşırım. Bence keyifli bölümler oldu:) Ama nasıl çekileceği bir soru işareti:)

Şöyle bir bakınca iki romanınızın içinde de kurgunuza dolaylı yoldan etki eden kısa öyküler mevcut. Kitaplarınızı öykülerle süsleme fikri nereden çıktı? Buna Doğu Yücel tarzı diyebilir miyiz?
Yan öykülerle ilerleyen kurguları seviyorum. “Big Fish” filmini anımsayın. Ya da “The Fall”. “Yüzüklerin Efendisi” de öyle değil midir? Bir anda ana meseleden kopup Tom Bombadil’in öyküsüne geçeriz mesela. Douglas Adams’ın “Otostopçunun Galaksi Rehberi” de bir sürü öyküden oluşuyor gibidir. Böyle örnekler varken, buna “Doğu Yücel tarzı” demek doğru olmaz:) Ama kendime bir has, bir tarz kurmaya çalıştığım da doğrudur. Yan öyküler, bu tarzın bir parçası.

Peki bize kitaplarınızı birer, ikişer cümleyle özetler misiniz? Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları? Hayalet Kitap? Varolmayanlar?
Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları: Her öykü farklı telden çalsa da tema bütünlüğünü koruyan enteresan bir seçki. Bilimkurgu da var, masal edebiyatı da, büyülü gerçekçilik de var, korku da.
Hayalet Kitap: Platonik aşk, eğitim sistemi gibi meseleler üzerine kafa patlatan, yer yer deneysel bir hayalet öyküsü. Otobiyografik korku:)
Varolmayanlar: Sisteme dokunduran, gerçekçi ve anarşist bir şehir fantazyası. Üzerinde en çok çalıştığım ve halen daha dünyasından kopamadığım bir düş…

Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’nda babanızın kişisel özelliklerinden esintiler ve kendi hayalperest kişiliğinizden kesitler var, Hayalet Kitap’ta Gökalp karakteri bir nevi sizi yansıtıyor, Varolmayanlar’da ise farklı karakterlere çeşitli özellikleriniz işlenmiş durumda. Kitaplarınızın ne kadarı Doğu Yücel?
Yüzde yüzü. Usta bir yazarın notlarında okumuştum, en kötü karakter bile benim demişti. Öykülerimdeki her karakterde kendimden bir iz görebiliyorum. Zaten her bireyin tek, köşeli bir karakterden oluştuğu fikri burçlarla, astrolojiyle, new age inanışlarla hayatımıza giren bir yalan. Aslında içimizde bir karakter deryası var. Kâğıt kalemin başına geçince onlar hortluyor bir anda…

Romanlarınızın bir gün yurt dışında, farklı dillerde okunmasını ister miydiniz, böyle bir hayaliniz var mı? Eğer varsa, bunun hakkında herhangi bir çalışmanız mevcut mu, yoksa sadece hayalden mi ibaret?
Tabii ki, en büyük hayalim bu. Hatta en büyük hayalim şu; hani Stephen King sevdiği yazarların romanlarına alıntı verir ya… Clive Barker için “Korkunun geleceğini gördüm, Clive Barker yazıyordu” demiştir, maşallah Barker’ın her kitabına çakarlar bu lafı:) King’in sarf ettiği bir alıntıyla herhangi bir kitabımın çıkmasını hayal etmişimdir hep. Hatta eminim Varolmayanlar’ı okusa çok severdi.
“Varolmayanlar”ın bir yurtdışı macerası olsun diye çalışmalar yapıyorum. Çevirisini Ayşe Batur yaptı. Ben de çok uğraştım bu çeviri için. Fakat yurtdışına açılmak sanıldığı kadar kolay değil. Çok büyük Türk yazarlarının bile İngilizcede kitabı yok. Kısacası, gerçekleşmesi zor bir hayal bu ama peşini bırakmayacağım…

Bir okurunuz olarak söylemeliyim ki (Bengü) eserleriniz oldukça sağlam. Peki böylesine kaliteli işler ortaya koyan bir yazar neden bu kadar az eser verir? Böyle olmasını siz mi istediniz, yoksa iş temposu öykü/roman yazarlığınıza engel mi oluyor?
Teşekkürler. Az olduğu tartışılır bence. 2001’de çıktı ilk kitabım, geçen 13 senede toplam 3 kitabım, 2 de uzun metraj filmim var. Ayrıca her ay Blue Jean ve Headbang dergilerinde yazılarım, röportajlarım, araştırmalarım çıkıyor. Buna FABİSAD’ı (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) da ekleyin. Bu dernek kapsamında GİO Yarışması gibi çeşitli etkinlikler düzenliyoruz, atölyeler, söyleşiler yapıyoruz. Ciddi bir mesai o da. Kısacası genel resme bakarsanız; Türkiye gibi yazarlarına iyi davranmayan bir ülke için çok da kötü sayılmaz. Ama şu bir gerçek; iş tempom öykü çalışmalarımı biraz yavaşlatıyor. Ama ondan da büyük engel benim mükemmeliyetçiliğim. Aslında birçok öykü kurguluyorum ama hepsini beğenmiyorum. Bir de yakaladığım öykü fikrini yazdıktan sonra sürekli geliştiriyorum. Bazı yazarlar, bir günde öykü yazıyor. Son noktayı koyar koymaz, “yazdım oldu” diyor, yayınlanmaya hazır olduğunu düşünüyor. Bunu anlayamıyorum. En son “Kar İzleri Örttü” derlemesi için bir öykü yazdım, aylarca çalıştım üzerinde. İlk kitabımdaki “Binbir Gündüz Masalı” üzerinde 2 sene kafa patlatmıştım. Tam öyküyü çöpe atacakken finaldeki hareket aklıma geldi, o zaman öyküyü bitirebildim. Bazen bir cümle üzerinde haftalarca düşündüğüm oluyor. Takıldığım bir kelimenin doğrusu rüyamda aklıma geliyor, kalkıp onu not alıyorum. Öykü yazmak benim için delirtici bir süreç. Sonuçta kendi öykümü okurken aldığım hazzın büyük olması gerekiyor ki, tüm bu acayipliklere değsin:)

Çeşitli öykü derlemelerinde birkaç öykünüz var fakat internet üzerinde fazla öykünüz olduğu söylenemez. Bunun nedeni nedir? Fazla üretken olmadığınızın bir kanıtı mı bu da, yoksa bu duruma karşı mısınız?
Bunun sebebi yukarıda bahsettiğim takıntılı ruh hali.

Öykü yazmak mı daha zor, roman yazmak mı? Hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz?
Öykü küçük sahada futbol oynamaksa, roman büyük sahada futbol oynamak gibi. Öykü pinponsa, roman tenis. İkisinin de keyfi ve zorlukları ayrı.

Taylan Biraderler tarafından beyazperdeye taşınan Okul filminin kökü sizin kitabınıza dayanıyor ve zaten filmin senaristi de sizsiniz. Peki ama neden kitaptan bu kadar farklı bir senaryo çıktı karşımıza?
Bu soruyu yıllardır bin defa yanıtladım. Farklı bir yanıt vermeye çalışayım: Yönetmenlerin en büyük hayali yatılı okulda geçen bir film çekmekti. Ayrıca meselemiz eğitim sistemindeki aksaklıklardı ve ülkemizdeki en büyük sorun da üniversite sınavıydı. O yüzden lisede geçmesi gerektiğini düşündüler. Ben de katıldım onların bu görüşüne. Bir de filmin tutacağına emindim, ikinci bir film yapılır, o da üniversitede geçer diye düşündüm. Film tuttu, bir milyona yakın kişi izledi, yakın tarihin en büyük kârlarından birini etti. Ama yapımcıyla aramız iyi olmadığından “Okul 2” yalan oldu. Yoksa kitabın ruhuna daha yakın bir devam filmi çıkabilirdi.

Okul filmi haricinde bir film senaryonuz daha bulunmakta: Küçük Kıyamet. Şunu sormak istiyoruz, neden senaryo yazımına ara verdiniz? İleride bir gün gene sinema sektöründe görebilecek miyiz sizi? Taylan Biraderler’le yeni ortak çalışmalarınızı görmek isteriz doğrusu.
Taylan Biraderler dizilerle çok yoğundu, ben de onlar dışında rahat ve yaratıcı bir şekilde çalışabileceğim, karşılıklı güvene dayalı bir dostluk geliştirebileceğim bir yönetmen bulamadım. Aslında para kazanmak için bir sürü projeye girdim, yazdığım bir sürü senaryo, sinopsis vs var. Ama o projelerden bir sonuç elde edemedik, para kazanayım derken yediğim kazıklar da cabası.

Doğan Kitap’a geçme serüveniniz tam olarak nasıl oldu? Yayınevinizden memnun musunuz?
Evet, çok memnunum. Yıllarca Çitlembik ve Stüdyo İmge gibi idealist ama imkânlarından dolayı hayallerimi gerçekleştirmekte sıkıntı yaşadığım yayınevleriyle çalıştıktan sonra büyük bir yayıneviyle çalışmak istedim. Doğan Kitap’a dosyamı bıraktım, bir süre yanıt gelmeyince reddedileceğim diye korktum ama sonra bizzat Deniz Yüce Başarır’dan romanı çok beğendiğine dair e-mail geldi. Romandaki bazı isyankâr veya “ayıp” bölümleri yumuşatmak isteyebilirler diye düşünüyordum ama hiç karışmadılar. Bu da doğru yayınevini seçtiğimi düşündürttü bana.

TRT Okul kanalında haftalık kültür sanat programı Sanat 2013′te, her hafta Liste Kitap adı altında 5 adet kitap tanıtıyordunuz, çok da iyi oluyordu aslında kitap meraklıları için. Fakat belli bir zaman sonra sizi ekranda görememeye başladık, bunun sebebi nedir? Eğer iptal olduysa, bu ve buna benzer herhangi bir proje var mı ufukta?
TRT’nin yeni yönetimi TRT’deki programların birçoğunu iptal etti. Bunlardan biri de benim programıma yer veren “Sanat 2013”tü. Şu an buna benzer bir proje yok.

Günlük yaşantınızda futbolun önemli bir yer edindiğini sizi az çok tanıyan herkes biliyor zaten, hatta bir de futbol takımınız ve onun yer aldığı bir lig var. Bize bunlardan biraz bahseder misiniz? Hangi aralıklarla müsabakalara çıkıyorsunuz? Takımınızda kimler var? Ve bu durum işinize engel oluyor mu hiç?
“Haftada bir maç” da işimize engel olacaksa hiç yaşamayalım:) Futbol çok sevdiğim bir oyun. Bundan 4-5 sene önce yazarlardan, sanatçılardan kurulu, Ayazma isimli bir takım kurduk. İngiltere, Almanya, İtalya gibi ülkelerde buna benzer yazar takımları mevcut. Arada bir onlarla maçlar da yapıyoruz. Almanya’da 2 sene önce dünya kupası yapıldı. 8 ülke takımı katıldı, ikinci olduk. St Pauli’nin stadyumunda oynamak gibi hayallerimizde göremeyeceğimiz olaylara sebep oldu Ayazma. Takımda şu an Alpay Erdem, Hakan Yel, Birol Namoğlu, Mert Fırat, Koray Candemir, Harun Tekin, Mustafa Kemal Öztürk, Hamit Çağlar Özdağ gibi isimler var. Maalesef takımdaki yazar sayısı son yıllarda çok azaldı. Emrah Serbes, Alper Canıgüz, Faruk Duman gibi yazarlar yaşadıkları çeşitli sakatlıklardan sonra ayrılmak zorunda kaldılar.

Okumaktan en çok hoşlandığınız kitap türleri? İstisnasız her kitabını okurum dediğiniz yazarlar?
Tüm romanlarını okuduğum tek bir yazar var: Boris Vian. Bir de Salinger, ama onun zaten tek romanı var:) Etkilendiğim, sevdiğim yazarları tekrarlamak gerekirse: Douglas Adams, Lovecraft, Tolkien, Poe, Jules Verne, Kafka… Son zamanlarda Bret Easton Ellis, Murakami… Liste uzar da uzar. Türklerden Müfit Özdeş, tek kitabıyla beni çok etkilemiştir.
Yazarken kafam daha çok doğaüstüne çalışsa da, okurken başka tarzlardan da hoşlanabiliyorum. İyi yazılmış, iyi kurgulanmış olması ve hayata bakış açısının benimle uyuşması yeterli.

Okurlarınıza önerebileceğiniz kitaplar? Bir Doğu Yücel top5′i yapabilir miyiz?
Bu listeler hep değişir, hep bir şeyler unutulur ama deneyelim:

Rıhtım ekibi olarak röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz ve sorularımıza verdiğiniz içten cevaplar için teşekkür ederiz. Neler söylemek istersiniz Kayıp Rıhtım takipçilerine ve kendi okurlarınıza?
Hayal kurmak üzere olanlara… sizleri selamlıyorum! (*AC/DC’nin ‘For Those About To Rock (We Salute You)’ şarkısından devşirdim)

Son olarak şunu belirtelim: Sizle röportaj yapacağımız için “Usta İlhamşörlerden Tavsiyeler” adlı projemizde adınız yer almadı. Aynı soruyu iki kez sormamak adına böyle bir karar aldık. Bu yüzden şimdi sormuş bulunalım. Yazar olmak isteyen edebiyatseverlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Usta yazarların önerilerine kulak versinler. İnternette ustaların sadece yazım süreciyle ilgili yazdığı makalelere veya röportajlara ulaşabilirler. Aynı zamanda kitaplar da var. Geçen sene Orhan Pamuk ve Umberto Eco’nun yazarlık üzerine yazdıkları kitaplar var. Stephen King’in “Yazma Sanatı”, Milan Kundera’nın “Roman Sanatı”, Lajos Egri’nin “Piyes Yazma Sanatı” gibi kitaplar gençliğimde bana yol gösterici olmuşlardı. Tabii, bu kitapları “kurallar yıkılmak için yaratılmıştır” gözüyle okumak gerek. Çok okumalarını, daha çok yazmalarını öneririm. Asla yazdıkları bir öyküye “tamam bu oldu” gözüyle bakmasınlar, en büyük tehlike o. Marquez gibi ustalar her öykülerini en az 3-4 defa baştan sona yazdıklarını söylerler. İlk taslağın el yazısıyla yazılması, faydalı olabilir. Kağıt, kalem ve el elementleri birleşince sihir daha kolay çıkıyor. Ama çok da önemli değil. Yazarken internet’i kapatmalarını, telefonlarını sessize almalarını öneririm. Bir de, Stephen King’in “Yazma Sanatı”nda sürekli hatırlattığı üzere: kapıyı da kapatın. Kapıyı dünyaya kapatın ve tamamen kendi dünyanıza çekilin.

29 Mart 2014 Cumartesi

True Detective



IMDb Puanı: 9,5
Senarist: Nic Piczzolatto
Yönetmen: Cary Fukunaga
Bölüm sayısı: 8
Süre: 60 dakika
Kanal: HBO




Diziye başlamamın sebebi hem arkadaş önerisi, hem IMDb'deki sırası, hem de burada yazılan o güzel yorumlardan "nasıl bir şeymiş ki bu dizi?" şeklinde meraklanmış olmam. İyi ki de meraklanmışım, bu diziyi kaçırmak kötü olurdu.


Bu aralar "Dallas Buyers Club", "The Wolf of Wall Street", şimdi de "True Detective" ile gönlümü fetheden oyuncu Matthew McConaughey'i büyük hayranlıkla izledim. Dizide McConaughey'in ortağına hayat veren Woody Harrelson'ı ise daha önce sadece "The Hunger Games"de Haymitch Abernathy karakteri ile izlemiştim, orada çok dikkatimi çekmese de burada Matthew McConaughey ile çok güzel bir ikili olduklarını düşünüyorum.

Marty Hart (Woody Harrelson)
Rust Cohle (Matthew McConaughey)


İkinci sezonda yine bu ikili olsa keşke, diyorum hâlâ. İkisini izlemek keyif vericiydi.





Matthew McConaughey resmen yaşayarak oynadı Rust'ı, onu görememek beni üzecek. Umuyorum ikinci sezondaki oyuncular Matthew&Woody'nin yükselttiği çıtayı daha da yükseğe çıkartırlar.

Jeneriğine ayrıca değinmem gerektiğini düşünüyorum. Hem görselliği çok güzel hem de müziğe ayrıca hayran kaldım diyebilirim. Diziyi izlemeyecek olanların bile en azından jenerik müziğe kulak kabartmasını çok isterim. The Handsome Family - Far From Any Road.

Ama izlerseniz de pişman olmayacaksınız.

28 Şubat 2014 Cuma

Çırılçıplak Aşk // Aret Vartanyan


Aret Vartanyan'ı ilk önce Doğu Yücel ve Harun Kolçak ile katıldığı Bazıları Sıcak Sever programında tanımıştım.

Sonrasında hep kendisini okumak istemiştim ama daha yeni gerçekleştirebildim maalesef. Son kitabı Çırılçıplak Aşk ile... Aşk hakkında güzel şeylere değinip, kendinizden bir sürü parçayı keşfetmenizi sağlıyor Aret Vartanyan. 


Bunlar da benim altını çizdiklerim:

"Oysa, her soluğun, her şeyin fonunda aşk vardı."

"Benim sevgilim bütün sırlarıma, yüreğimde biriktirdiklerime sahip olacak; başkalarının anlayamadıklarını anlayacaktı. Aslında benim ne kadar iyi, güçlü bir insan olduğumu bilecekti."

"Bir de ilk öpüşme hayali vardı. İlk dokunuş, ilk sarılış, sonrasında ilk öpüşme, ilk çıplaklık, ilk sevişme... Ben erkektim, pek sorun yoktu. Annem, babam teşvik bile ediyordu. Ancak, yaşamıma giren kızlar için bu o kadar kolay değildi, basit hiç değildi. Adeta aşkın en son meyvesi, aşksız olursa günahın en büyüğü, kötü kadın olmanın sembolüydü. Sanki aşk, gönül rahatlığıyla  öpüşmenin ilk şartıydı. Milyonlarca insan bu yüzden aşık olduğunu sandı. Aşık olmazsa, öpüşemeyecekti, sevişemeyecekti."

"Zaten hayat boktan bir şeydi, rengi o zamanlar aşk sandığım duygulardı."

"Sen kendini sevemezsen, kendine veremediğini başkasına nasıl verebilirsin?"

"Annemin göğsüne başımı yaslayıp kalmayı çok sevdim. Benim için çarptığına inandığım yüreğe başımı yaslamak benzersiz bir güçtü."

"Çevremize muhteşem akıl veririz de kendimize bir şey diyemeyiz. 'Yaşam muhteşem, takma kafana, gittiyse gelir, gelmezse zaten senin değildi' deriz de kendimize dilsiz kalırız. İnsanlara teselli kaynağı olabilir, kendi yaramıza merhem bile olamayız. Her insan hata yapar diye akıl veririz de kendi hatalarımızın cezasını her gün kendimize çektiririz. Ne de olsa öğretmek, öğrenmekten kolay gelir."

"Yalnızken, huzur iliklerine işliyor. Gece seni paylaşmak zorunda kalmadan, seninle konuşuyor, kendini paylaşıyor."

"Yalnızlığından kaçmak, yalnız kalmamak için istemediğin ne kadar şey yapıyor ne kadar çok şeye katlanıyorsun."

"Zengin olduğunda daha özgür, daha güçlü olacağını sanır insan. Maddi zenginlik özgürlüğü getiremez. Toplum içinde biraz daha sınırlı özgürlük alanın olur. Aslında uyumlu olmanın küçük bir hediyesini alırsın. İhtiyaçların arttıkça, sahip oldukların çoğaldıkça nasıl özgür olabilirsin? Bugün neden birçok zengin, ünlü insan alıp başını gitme hayaliyle yanıp tutuşuyor? Neden intihar ediyor, tedavi görüyor, bağımlılıklar yaratıyor?"

"Hepimizin içinde isyankar bir ses yaşıyor. O ses olmasa hiçbir şeye katlanamazdık. O asi ruh, isyankar ses bize iyi geliyor."

"Ölmeye yakın hatta öldüğümüzde etrafımızda bize ihtiyaç duyan insanların olmamasından çok korkuyoruz."

"Bir insanı elde etmek, her şeyiyle ele geçirmek bu nedenle çok güzeldi, çok anlamlıydı. Çapkkınlık da böyle bir şey. Ne kadar çok kadın fethedersen, ne kadar çok kadın elde edersen kendini daha değerli, önemli, güçlü hissediyorsun."

"Eğer maskelerine aldanıyor olsaydım seni sevmezdim. Seni seviyorum, sana inanıyorum, çünkü gerisinde var olanı biliyorum. Çocukken yitirmeye başladığın, büyüdükçe unuttuğun seni tanıyorum. Keşke şu an yüz yüze olabilseydik ve gözlerinin içine baka baka sana bunları söyleyebilseydim."

"Kalabalıktaydım, önüm arkam, sağım solum yalnızlıktı."

"Eşimle ilk tanıştığımda onu nasıl arkadaşlarından kopardığımı hatırladım. Onu nasıl saatlerce ağlatabildiğimi hatırladım hem de sudan sebeplerle. Canını acıtıyordum, sonra şefkat veriyordum. Buna muhtaç hale gelmeden veremediğim şefkat."

"Kaybetmekten en çok korktuğu şeyleri kaybettiğinde bile alışıyor insan."

"Yalnızlığınla barıştığında kendini olduğun gibi de sevmeye başlayacaksın."

"Yaşayacağın yorumlanmış hayali acıyı yaşamaktan kaçarken, daha güçlü acılar çekiyorsun. Yalan Dünya dizindeki Vasfiye Teyze'nin dediği gibi."

"Varoluşumla, kendimle savaşmak dünyayı çekilmez hela getiriyor. Sen çok güzelsin. Etiketlerin ardına, kimliğinin ötesine geçebildiğinde bunu görebiliyorum. İnsanlara sarıldığımda hissediyorum. Sana sarıldığımda hissettiğim ya da hissedeceğim gibi."

"Ortak payda hala aynı. Kendinden kaçış, kendini değersiz buluş, suni yalnızlığı doldurma arayışı, kendini dışarıda anlamlandırmak için bitmeyen arayış."

"Gerçekten sevenler, sorunlarını bir şekilde aşıyor zaten."

"Yaş cinsiyet, nereli olduğu, kim olduğu fark etmiyor. Zengin fakir, ünlü ünsüz önemli değil. Kavga aynı kavga. Sorunun kaynağı aynı kaynak. Cesaret yok, özgüven yok. İkisi de dışarıdan alınmaya çalışılıyor."

"Kendini sık sık eleştiriyor, yükleniyor musun?
Hata yapmaktan korkuyor musun? Korkuyorsan neden?
Neden kendini daha fazla yansıtmak yerine, saklıyorsun?
Kendini gerçekten değerli hissediyor musun?
Seni sevenler gerçekten mi seviyor? Farklı olsaydın da severler miydi?
Sevilmek için nelerden vazgeçtin, vazgeçiyorsun?
Yüreğinde taşıdıklarını gerçekten gösterebildiğin biri var mı?
Kendinle vakit geçirebiliyor musun? Kendini dinliyor musun?
Bir şarkı çaldığında, bir filmde, bir yerde yalnız olduğunu hissediyor musun?
Kendini seviyor musun?"

"Bir de şarkılar var. Müzik olmadan olmaz. Bazılarını seninle paylaşacağım. Cem Adrian banko. Şu anda  da 'Ben Seni Çok Sevdim' çalıyor."

"Şu anda Cem Adrian, 'Beni Affet' çalıyor. Günlerce af diledim."

"Cem Adrian, 'Sen Ağlama' çalıyor. Üşenme dinle. Tak kulaklığını. İşte hissettiklerim bu şarkıdaki gibi. Sana nasıl dokunabileceğimi bilmiyorum ama işte böyle gülümsemeni istiyorum. Ve yaşamımda artık bunu kendim için değil, senin için istiyorum."

"Şimdi de 'Gel Gör Beni Neyledi'yi Dorian'dan dinle, sonra Cem Adrian'dan, sonra Burhan Çaçan'dan sonra tekrar Mercan Dede'den..."

"Cem Adrian kusura bakmasın ama İstanbul'a döndükten sonra bir süre ara vereceğim onu dinlemeye."

"Bu tesadüf olamaz. Cem Adrian, 'Ben Seni Çok Sevdim' çalıyor. Tesadüf diye bir şey olmadığını biliyor, tesadüflere inanmıyorum. Sen de açsana. Gel beraber dinleyelim. Sadece huzur var şu anda."

"Alev almak için hazırım. Sadece bir kıvılcıma ihtiyacım var. Ufak ufak hayaller başlıyor. Aslında merak. Onunla öpüşmek nasıl bir şey olurdu? Sarıldığımızda neler hissederim? Acaba şunu seviyor mudur, bunun hakkında neler düşünüyordur? Evi nasıldır? Merak arttıkça, devamını tetikleyen imgeler oluşmaya başlıyor. Kısa kısa sahnelerde öpüştüğünü, sarıldığımı, yemek yediğimizi düşünmeye başlıyorum. Ortak bir şeyler doğmaya başlıyor. Bir ortamdayken çalan bir şarkıyı yalnızken duyduğumda aklıma geliyor."

"Erkeğin unuttuğu, detayı, kadın unutmuyor."

"Sonuçlar değişmiyor ama her sonuç bir iz bırakıyor. Yüzümdeki her çizik bir şeyler anlatıyor. Bir kadının bedeninin eskimeye başlaması üzüyor. Göğüslerim, kalçalarım, cildim bana eskimiz gibi geliyor. Ölüyorum. Her gün, hepimiz gibi ölüyorum."

"Alışkanlık çoktan bağımlılığa dönüşmüştü. Sevgi vardı."

"Başımı göğsünden kaldırmadım. Saçlarımı okşadı, kokladı, öptü. Bedenimden çok ruhuma dokundu."

"Hayatın bize attığı tokatların bir nedeni var elbet. Hak etmediğimiz bir şeyleri yaşadığımız çok nadir."

"Annemize muhtaç olarak doğuyoruz ve tüm hayatımız kadınlara muhtaç olarak geçiyor. Bazen şefkat, bazen cilve, bazen ıslak bir vajina."

"Onu mutlu etmek, tatmin olmasını sağlamak için elimden geleni yapıyorum ama daha fazlasını veremiyorum."

"Her iyi sonuç, her başarı nasıl ki hatalarının, başarısızlıklarının ardından geliyorsa, aşka yol alırken de hayal kırıklıklarını, ihaneti, hüznü yaşayacaksın. Bu da insan olduğunu ve yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Vazgeçmiş insan artık hiçbir şey bulamaz."

"Bugün insanlar sensiz yaşayamam dedikleri insanlardan kopup gidiyor."

"Gerçekten aşık oldun mu? Yanıtın her ne ise, neden? Neden evet, neden hayır?"

"Birinin hayatına dokunduğunda, onu mutlu ettiğinde, gözlerindeki ışıltıyla yüreğin ısındığında hissettiğin aşktan başka bir şey değil."

"Cinsellikten utanırken, utandığın aşktır. Aşk ve cinsel enerjisi kesilmiş insan artık yarımdan da azdır. İstediğin yere çeker, istediğin yere götürürsün."

"Hissetmekten, yaşamaktan, denemekten vazgeçme."

"'Şu an senden başka biriyle yaşlanmayı düşünmüyorum.'"

"Kaç kez bana bensiz yaşayamayacağını söyledi."

"Hiç birisinden ayrılmaya çalıştın mı? Ne yaparsan yap senin onsuz yaşayamayacağına, onu bırakamayacağına inanmaktadır. Oysa sen ondan ayrılmaya çalışıyorsundur. Bir türlü bunu kabullenemez. Sen eğer kararını uygulamakta zorluk çekiyorsan da burada farklı duygular artık işin içine girer. Onun üzülmesine dayanamıyorsundur, gerçekten sonra pişman olma ihtimalinden korkuyorsundur... Onun durumunda olmak ister miydin? Olduğun zamanlar oldu mu? Rollerini değiştiğin zamanlar? Birisine onsuz yaşayamayacağını söyleyip ya da bir şekilde onu dünyanın en değerli insanı hissettirip sonradan duygularının değiştiği oldu mu? O anlarda yalan mıydı söylediklerin, davranışların? Yalandıysa sana diyecek bir ladım yok ama umuyorum o anlarda gerçektin."

"Tek endişem ne biliyor musun, aşık olduğum kadının yanında ölmek."

"Aşık olduğum insanın bensiz yaşayamayacığını söylemesini duymak bana iyi geliyor. Bunu gerçekten bana aşık olduğunun kanıtı olarak görüyorum. Oysaki aşk, ihtiyaç duymaz, ihtiyaç duydurtmaz"

"Kıskançlık, kırgınlık, kavga, gürültü aşkın doğasında yok."

"Aşık olduğunu hissettiğin an her şey nasıl görünüyordu? Sinirlendiğin şeyler önemini yitiriyor, korkuların gücünü kaybediyor. Endişelerinin, yoksunluklarının yerini heyecan, huzur, gökkuşağına sığmayan renkler alıyor. Hiç hissetmedin mi? Ben diyorum ki o hissettiklerin çırılçıplak aşkın kırıntılarıydı. Kırıntıları bile bunları yaşatıyorsa, kendisi hayatı nasıl değiştirirdi."

"Matrix filminde Neo'nun değişimi de sancılı başlamıştı... Dünyaya gelirken de çok ağlamıştın..."

"Aşkın adı geçen yerde neden aşık olduğunu söylediğine sahip olmak istiyoruz. İstiyoruz, çünkü aslında kendimizden emin değiliz. Onu kaybedebiliriz.  bizi bırakıp gidebilir. Daha önce de bizi bıraktılar. Bizi terk ettiler. Elimizden oyuncaklarımızı aldılar. Baskı ortamlarında sahio olmadığım hiçbir şey benim değildi."

"Ancak ona sahip olabilirsem eğer gitmeyeceğine emin olabilirim. Aslında kendime inanmadığımdan, güvenmediğimden seni kıskanıyorum. Çünkü sen benden iyisini bulabilir ve beni bırakıp gidebilirsin."

"Sadece aşkta,  ilişkilerde değil, hiçbir eylemin için, geçmişte kalan hiçbir saniyen için pişmanlık duyma. O zaman onu yapacak olandın ve yaptın."

"Yaralarımıza basıldığında canımız çok yanar."

"Aşkla yola çıkarken duvarlar olmaz."

"Çünkü insanların en özgür oldukları yer hayalleridir. Hayaller hep gerçeklerin önünde gider. Birçok insan aşkın abartılı yaşandığını bilmekte hatta aşkı bir 'çıkmaz' olarak tanımladıklarında bile 'ama içinden çıkmak istemediğim bir çıkmaz' demektedirler. Duyguların mantığa meydan okuduğu ve kazandığı bu süreci böylesine çekici hale getiren nedir?"

"Herkes yaşamının bir döneminde aşık oluyor. Önce aşık oldukları kişileri 'deli gibi' sevdiklerini ve aslabaşka birini sevemeyeceklerini söylüyorlar. Sonra aşklarını yitiriyorlar, acı çekiyorlar ve bir daha asla aşık olamayacaklarını söylüyorlar. Peki daha sonra ne oluyor? Tekrar aşık oluyorlar! Yani aşık olmanın kendisini aşık olduklarından daha çok seviyorlar."

"'Beni bırakıp gitti' demek bile bir yorumdur. Neden seni bıraktı? O başka bir yola girdi. 'Yanlışlıklarımın cezasını çekiyorum. Ah keşke farklı davransaydım' diyerek pişmanlık yaşıyorsun, yine yorum yapıyorsun. Sorumluluğu üstüne alıyorsun. 'Beni kullandı, oynadı, enayi yerine koydu.' Nereden biliyorsun? Belki ilk başlarda gerçekten çok istekliydi, sonra bir şeyler değişti. O artık başka biri oldu. Belki gerçekten aşık oldu. Belki başından beri senin görmek istediğin, olmasını istediğin gibi değildi. Gerçeği kabullenmeyip, hikayeleştiriyoruz. Olanı görmek, anlamak yerine başında olduğu gibi sonunda da görmek istediğimizi, yorumlar eşliğinde görüyoruz."

"Üzülme, neden bitti diye hayıflanmak yerine, öyle bir aşkı, ilişkiyi yaşadığım için gülümse."

"Hep dediğim gibi bir ilişki sana iyi geliyorsa, sen kendini iyi hissediyorsan, mutluysan, neşeyle yaşayabiliyorsan o ilişki iyidir, senin ilişkindir."

"Tek kriterin ona sarıldığın anda hissettiklerin olsun. Belki bir gün o sana sarılmak isteyecektir. Kolay değil, çok iyi biliyorum. Ölümün yaşamın ikizi olduğu gibi ayrılık da birlikteliklerin kardeşi."

"Her kadın seksi olduğunun, güzel olduğunun hissettirilmesini ister. İki kere iki dört, bu değişmez." 

"İnsanlar beraber olmak için bireyselliklerini öldürmeleri, yok etmeleri gerektiğini sanıyorlar. İlişkileri işte o zaman çökmeye, rutinleşmeye, tükenmeye başlıyor. Bir yanları yalnızlığa kaçmayı, bir yanları ilişkiyi istiyor. İlişkiyi seçiyorlar, yalnızlıklarını unutuyorlar, kendilerinden vazgeçiyorlar. Sonra da kendilerini gerçekleştirebilmeleri için o ilişkinin bitmesi gerektiğini sanıyorlar."

"Vermen gereken kararlar olduğunda en doğru yanıtı yüreğin veriyor. Bazen sıkışıyor, nefesin kitleniyor, karnına bir ağrı saplanıyor. Bedenin seni uyarıyor. En doğru yanıtı sen verebilirsin. Çünkü ben dahil hiç kimse seni gerçekten anlayamaz."

"Şimdilik son bir kucak, kocaman, sımsıkı... Sen de aşkla sarıldığında, gözlerini kapat ve tüm hücrelerinle, her şeyinle sadece hisset, kokusunu içine çek, düşünme, hisset."

20 Şubat 2014 Perşembe

Aşkın 500 Günü (500 Days of Summer)


"Bu bir genç adamın, genç bir kızla tanışma hikayesidir. Ama şunu bilmelisiniz ki bu kesinlikle bir aşk hikayesi değildir."

[SPOILER]

Bir anda karşıma çıkan, izlemekten pişman olmadığım, gerçekten güzel bir film Aşkın 500 Günü. Filmin en güzel yönlerinden biri de doğrusal ilerlemesi yerine Tom'un Summer'a olan aşkının atlaya atlaya, 500 günden kesitler şeklinde aktarılmış olması. 

Tom, mimarlık okumuş fakat mesleğini yapmak yerine bir tebrik kartı şirketinde yazar olarak çalışmaktadır. Summer ise Tom'un patronunun asistanı olarak işe girmiştir. Her şey böyle başlamıştır.

Tom'un iki yakın arkadaşı da Tom'un Summer'a olan aşkının varlığından haberdardır. İş arkadaşı olan McKenzie bir karaoke gecesinde sarhoş olunca bunu ağzından kaçırır, ikili bu olaydan sonra yakınlaşır...

Tom ve Summer, birlikteyken çok güzel vakit geçirirler; Tom ona sevdiği yerleri gezdirir, alışveriş yaparlar... 1,5 saatin içine Tom ve Summer'ın anıları çok güzel sığdırılmış diyebilmek pek tabii mümkün. 

Summer film boyunca birine bağlanmayı ve ciddi bir ilişkisinin olmasını istemediğini dile getirir. 

İlk tartışmaları barda bir adamın Summer'a asılması üzerine Tom'un adamla kavga etmesi sayesinde gerçekleşir. 290. günde ikili, Tom'a göre gerçek aşkı gösteren "The Graduate" filmini izler, ayrılmaları da bundan sonra gerçekleşir. Burada da devreye Tom'un kız kardeşi Rachel'i canlandıran Chloë Moretz girecektir. Filmde fazla gözükmese de Tom'a güzel nasihatler verir.

Summer bu ayrılıktan sonra şirketten de ayrılacaktır. Tom bu olayla daha da yıkılır ve hiç iyi değildir. 

İkili aylar sonra şirketten arkadaşlarının düğününde karşılaşırlar, dans ederler, Summer gelin buketini yakalar. Sonrasında Summer, Tom'u evinde yapacağı partiye çağırır. Tom da kabul eder. Bu noktaya kadar her şey normaldir.

Partiye giden Tom, Summer'la alakalı bir gerçeği öğrenir. Öğrendikten sonra da partiyi terk etmesi uzun sürmeyecektir. 

Zamanla daha da depresyona giren Tom, bu depresyon sayesinde hayatında yeni bir sayfa açacaktır belki de. Kart yazarlığı işinden istifa ederek asıl mesleğini yapmaya karar verir. Şirket araştırmaya ve mülakatlara katılmaya başlar.

488. günde daha önce de birlikte geldikleri, Tom'un en sevdiği yerlerden birinde Summer Tom'u bulur ve yanına oturur. Tom, Summer’ın davranışlarını anlamasa da onun iyiliğini istediğini söyler. Burada davranışının sebebini söylemek filmin tadını kaçıracaktır, izleyip görmenizi tercih ederim.

Yirmi gün sonra, 23 Mayıs Çarşamba günü, Tom bir iş görüşmesine gider ve onunla aynı pozisyon için görüşmeye gelen bir kızla tanışır, biraz sohbet ederler. Hatta kız Tom'u daha önce başka bir yerde de görmüştür.

Tom, kıza görüşmeye girmeden önce birlikte kahve içmeyi teklif eder ve olumlu yanıt alır. Burası filmin kilit noktası olacaktır. Bu film nasıl böyle bir final yapar derken, bu konuşmanın son cümlesi filme güzel bir nokta koyar. Ve bence böylece paçayı yırtar.

Filmin senaryosu Scott Neustadter ve Michael H. Weber tarafından yazılmış. Film, bu iki senaristin 2009 Satellite Ödülleri'nde "En İyi Orjinal Senaryo" ve Bağımsız Ruh Ödülleri’nde "En İyi Senaryo" ödüllerini almasıyla taçlandırılmış. Ayrıca film, 67. Altın Küre Ödülleri’nde "En İyi Müzikal veya Komedi Filmi", Tom'a hayat veren Joseph Gordon-Levitt ise Müzikal veya Komedi filminde "En iyi Erkek Oyuncu" ödülüne aday gösterilmiş.

Joseph Gordon-Levitt'in ve Summer'ı canlandıran Zooey Deschanel'in güzel mi güzel oyuncukları ve oyunculuklar kadar iyi olan senaryoyu görmeniz adına bu filmi izlemeniz kesinlikle tavsiyedir.

28 Ocak 2014 Salı

Senin Hikayen



Baş rolde Selma Ergeç'in olmasından dolayı biraz ön yargım olan bir filmdi. Zira Ses ve Muhteşem Yüzyıl'da falan izlediğim ama sevmediğim bir oyuncuydu kendisi. "Nevra Serezli'nin olmasından yırtar film," demiştim. Ama aksine Selma Ergeç'in oyunculuğunu ilk defa sevdim diyebilirim. Konuyu klişe bulmama rağmen güzel aktarılmasından dolayı sıkılmadan izledim. Zaman kaybı olacak bir film değil. 

Filmde Cem Adrian'ın "Hani Bazen" şarkısını da duyuyoruz. Bunun için bile izlenebilir.

Not: Cem'in Ben Seni Çok Sevdim klibi ise filmin görüntülerinden oluşmakta.

19 Ocak 2014 Pazar

Zamanda Aşk (About Time)



Lake ailesinin erkeklerinin gizli bir yeteneği vardır. Zamanda yolculuk edebilirler. Ama sadece geçmişe gidebilirler ve sadece hatırladıkları anları tekrardan yaşabilirler. Tim Lake de 21 yaşına bastığında babasından bunu öğrenir ve sürekli geçmişine gidip hatalarını düzeltir. Filmin sonundaysa anı olduğu gibi yaşamayı öğrenecektir. Film bittikten sonra oyuncuları araştırdım. Tim Lake'i oynayan Domhnall Gleeson'ı Bill Weasley, onun babasını oynayan Bill Nighy'i de Rufus Scrimgeour rolünde daha önce Harry Potter'da izlemişiz. Filmdeki senarist Harry ise daha önce Karayip Korsanları'nda Lord Cutler Beckett rolü ile karşımıza çıkmış. Bunları öğrenince film gözümde daha da büyüdü. İzlemeniz tavsiyedir.